Bergama 11 Nolu Aile Sağlığı Merkezi


  İletişim : +90 232 633 64 08

Kategorideki Tüm Mesajlar: Faydalı Bilgiler

Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar

Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar

TANIM

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar cinsel temas ile yayılan enfeksiyonlardır. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar batı toplumlarında en sık görülen bulaşıcı hastalıklardır. Örf ve adetlerimiz nedeni ile toplumumuzda pek sık olarak rastlamasa da bu hastalığın sıklığı özellikle büyük şehirlerde olmak üzere giderek artmaktadır. Yine bir dönem bazı bölgelere olan hayat kadını akınından sonra da vakalarda artma görülmüştür. Batı toplumlarındaki sıklığına örnek olarak Amerika Birleşik Devletlerinde her yıl 12 milyon yeni vakaya rastlandığını saptanmıştır. Cinsel yolla bulaşan bazı hastalıklar tedavi edilmesine karşın bazılarında tedavi ile kesin bir sonuç alınamaz. Cinsel yolla bulaşan hastalıklarla savaşta, en önemli basamak korunmadır.

CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLAR NASIL BULAŞIR ?

Bu hastalıkları taşıyan insanlar hastalığın kendinde olduğunu bilemeyebilir. Bu kişi ile seks yapan bir kişi, cinsel yolla bulaşan hastalığı alabilir. Hastalık sıklıkla belirti vermez. Fakat belirti vermemesi hastalığın sağlığa zarar vermediği anlamına gelmez. Cinsel yolla bulaşan hastalıklar, vücuda ağır zararlar verebilir ve hatta ölüme neden olabilir. Belirti olmasa bile bu hastalığı taşıyan kişi, cilt, genital bölge, ağız, rektum (kalın bağırsağın son bölümü) veya vücut sıvıları yolu ile hastalığı diğer insanlara geçirebilir.

Bu hastalıkların belirtileri, genital bölgede hafif yanma hissinden şiddetli ağrıya kadar değişebilir. Sıklıkla belirtiler hastalık ilerlediği zaman ortaya çıkar. İleri dönmelerde vücudun başka bölgelerinde de belirtiler ortaya çıkar. Çoğu vakada erken tanı ve tedavi ile uzun süreli sağlık problemleri önlenebilir.

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar, bakteri, parazit veya virüs olarak adlandırılan canlı (mikro)organizmalarla bulaşır. Bakteri ve parazitlerin neden oldukları hastalıklar ilaç ve antibiyotiklerle tedavi edilir. Virüslerin neden olduğu enfeksiyonlar ise genellikle tedaviye dirençlidir. Ancak tedaviyle semptomlar giderilebilir.

Bakteri: Tek hücreli bir mikroorganizmadır. Bulaştığı bireyin hücrelerinden beslenir. Gonore (bel soğukluğu), sifiliz, klamidya ve şankroid bakteriler aracılığı ile bulaşan cinsel yolla bulaşan hastalıklara örnektir.

Parazit: Çok küçük canlı hayvanlardır. Bulaştıkları bireyden beslenerek yaşamlarını sürdürürler. Pubic lice (crabs) buna bir örnektir.

Virüs: Çok küçük kompleks yapıları olan moleküllerdir. Bulaştıkları vücud hücrelerin yerleşir ve çoğalırlar. Herpes, hepatit ve HIV bunlara örnektir.

Eğer cinsel yolla bulaşan bir hastalığa maruz kalındığı düşünülüyorsa, öncelikle bilgi almak için doktora başvurulmalıdır. Hastalığın belirtisi olmasa bile bir doktor cinsel yolla bulaşan hastalık tanısını koyabilir. Enfeksiyonu göstermek için testler yapılabilir. Cinsel olarak aktif olan herkes cinsel yolla bulaşan hastalıkları ve korunma yollarını bilmelidir.

CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLAR NELERDİR ?

A)VİRÜTİK HASATALIKLAR

İnsan Papilloma Virüs (Human Papilloma Virüs = HPV): İnsan papilloma virüsü (HPV) genital/anal bölgede siğillere neden olabilen bir virüstür. Ülkemizde az görülmesine karşın ABD de en sık rastlanan, cinsel yolla bulaşan hastalıklardan biridir. İnsan papilloma virüsü ile enfekte olan bir kişide siğil görülmeyebilir. Virüs insan vücudunda herhangi bir belirti vermeden yıllarca kalabilir.

Bazen siğiller kendiliğinden kaybolur. Siğiller için çok çeşitli tedavi metodu mevcuttur, fakat siğiller temizlendikten sonra bile vücutta virüs bulunabilir. İnsan papilloma virüsünün bazı kanser tipleri ile ilişkili olduğu gösterilmiştir. Bunlar arasında serviks (rahim ağzı) ve vulva (kadın dış genital bölgesi) kanserleri de vardır. Düzenli PAP testinin yapılması serviks (rahim ağzı) kanserinin erken bulgularını gösterebilir.

ANAL SİĞİLLER/ SORULAR VE CEVAPLAR

Anal Siğiller Nedir?

Anal siğiller (condyloma acuminata), anüs çevresini etkileyen, sık görülen lezyonlardır. Aynı zamanda genital bölge cildini de etkileyebilir. İnsan papilloma virüsünün (HPV) belirgin hale gelmesi için aylar veya yıllar geçebilir. Mikroskopik virüsün çoğalması ve büyümesi için belli bir zaman gerekir. Lezyonlar öncelikle yüzeyden hafif kabarıklıklar olarak başlar. Yumuşak, pembeden kırmızıya kadar değişen renklerde karnıbahar gibi oluşumlardır. Sayıları bir veya sayılamayacak kadar olabilir. Ağrı ve rahatsızlık hissine neden olmasalar da kaşıntı ve yanmaya neden olabilirler. Bazı bireylerde kanama gözlenir. Hastalar kendilerinde hastalığın olduğunun farkına varmayabilirler.

Hastalık Nereden Kaynaklanır?

İnsan papilloma virüsü (HPV) hastalığın etkenidir. İnsandan insana hemen her zaman direkt temasla bulaşır.

Bu Siğiller Her Zaman Alınmalı mıdır?

Evet. Bu siğiller eğer alınmazsa genellikle daha büyük boyutlara ulaşır ve sayısı gün geçtikçe artar. Buna ek olarak uzun zaman zarfında tedavi edilmeyen siğillerin kanserleşme olasılığı vardır. Ne kadar erken tedavi edilirse, başarı o kadar yüksek olur.

Ne Tür Tedaviler Mevcuttur?

Eğer siğiller küçük ve sadece anüs çevresindeki ciltte yerleşmişse direkt olarak siğilin yüzeyine uygulanan ilaçlarla tedavi edilebilir. Bu yöntem basit gibi görülmesine karşın çok dikkatli bir şekilde doktor tarafından çevredeki normal dokuya zarar vermeden uygulanmalıdır. Bu işlem sıklıkla haftalar sürer ve çok sayıda uygulama gerektirir.

Tedavinin diğer formları siğillerin elektrokoter kullanılarak yok edilmesi (yakılması) veya cerrahi olarak çıkarılmasıdır. Diğer yöntemlerden üstün olmamasına rağmen lazer cerrahisi de kullanılmaktadır. Bu yöntemler anında sonuç verirler, ancak siğillerin sayı ve yerine bağlı olarak lokal, spinal ya da genel anestezi altında uygulanırlar. Anal kanal içindeki siğiller medikal tedavi için uygun değildir ve çoğu vaka koter ya da cerrahi yolla tedavi edilmelidir.

Hastaneye Yatmak Gerekli midir?

Hayır. Çoğu zaman tedavi hastaneye yatmadan uygulanabilir.

Koter Tedavisi Sonrası Ne Kadar Süre İşimden Uzak Kalırım ?

Bu hastadan hastaya siğillerin yayılımına bağlı olarak değişir. Çoğu insan tedavi sonrası birkaç gün içinde işine dönebilir.

Tek Tedavi Problemi Çözer mi?

Ne yazık ki çoğu vakada hayır. Koter yada cerrahi tedaviye rağmen çoğu hasta tedaviden sonra yeni siğiller oluşturur. Bunun nedeni siğile neden olan virüsün dokularda 6 ay yada daha da uzun süre belirti vermeden yaşamasıdır. Yeni siğiller sıklıkla dokuda zaten bulunan virüs nedeniyle oluşur. Bunlar daha önce tedavi edilen siğillerin nüks etmesi değildir. Tekrar gelişen vakalar aynı yöntemlerle tedavi edilirler.

Tedavi Ne Kadar Sürer?

Tedavi sonrası birkaç ay takip gereklidir.

Korunmak İçin Neler Yapılmalı dır ?

Tedavi süresince ve sonrasında birkaç ay cinsel ilişkiden kaçınılmalı ve hiçbir şikayeti olmasa da eşlerin de (cinsel ilişkide bulunan tüm bireylerin) kontrol edilmesi gerekebilir. Cinsel ilişki sırasında mutlaka prezervatif (kondom) kullanılmalıdır. Ancak prezervatif kullanılmasının koruyuculuğunun %100 olmadığının bilinmesi gerekir.

GENİTAL HERPES (UÇUK)

Genital herpes, cinsel yolla bulaşan hastalıkların en yaygın olanıdır. Herpes simplex virüsü (HSV) buna neden olur. ABD de yaklaşık 30 milyon insan Herpes virüsünü taşımaktadır. Her virüs taşıyanda hastalık bulgusu olmayabilir.

En yaygın belirtisi genital bölge üzerinde veya çevresinde ağrılı yaradır. Bunlar kırmızı lekeler, kabarıklık yada çıkıntılar şeklinde görülebilir. Bu yaralar çıkmadan önce hasta o bölgede yanma, karıncalanma hissedebilir. Yaraların iyileşmesi birkaç günden birkaç haftaya (3-4 hafta) kadar sürebilir. Kadınlarda bu yaralar vajina (hazne) içinde olabilir ve dışarıdan fark edilmeyebilir. Belirtiler zaman zaman kendiliğinden geçebilir ancak virüs vücuda ömür boyu kalır. Genellikle ilk görüldüğü yerde olmak üzere yaralar (lezyonlar) tekrarlayabilir. Tedavi bunların iyileşmesinde yardımcıdır, ancak virüsleri öldürmez.

HIV ENFEKSİYONU (AIDS)

İnsan immun yetmezlik virüsü (HIV) kazanılmış immün yetmezlik sendromu na (AIDS) neden olur. HIV enfeksiyonu görülme sıklığı erkeklerle ilişkide bulunan kadınlarda daha fazladır. Virüs genellikle kan yada meni gibi vücut sıvılar ile bulaşır. Cinsel ilişki dışında damardan uyuşturucu kullananlarda hastalığa yakalanabilirler. Kana bir kez geçtikten sonra vücudun doğal savunma sistemi olan immüm sistem hücrelerini (bağışıklık sistemi) öldürür ve hastalar enfeksiyonlarla savaşamaz hale gelir. Hastalık sıklıkla ölümcüldür.

Hastalığın erken döneminde hastalar aşırı yorgunluk ve ateşten şikayet ederler. İleri dönemlerde zatüre (pnomoni) veya kanser gelişimi gözlenir.

HEPATİTİS B

Hepatit B virüsü karaciğerde ciddi bir enfeksiyona neden olur. Ölümcül seyredebilir. Hastalığı olan veya taşıyıcı (hastalık belirtisi göstermeden virüsü taşıyanlar) insanların kan, meni ya da vajinal sıvı gibi vücut sıvılarıyla sağlıklı bireylere bulaşır. Belirtiler kontrol altına alınsa bile kesin tedavisi yoktur. Korunmada aşı önemli rol oynar.

B) BAKTERİYAL HASTALIKLAR

GONORE (BEL SOĞUKLUĞU) VE KLAMİDYA

Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan Gonore ve Klamidya nın nedeni bakterilerdir. En sık gözlenen cinsel yolla bulaşan hastalıkları oluşturur. Ülkemizde sağlıklı istatistiksel veriler yoktur. Cinsel yolla bulaşan hastalıkların daha sık görüldüğü ABD de her yıl yaklaşık 800.000 insan gonore ile enfekte olur. Yaklaşık 4.000.000 insan klamidya enfeksiyonu kapar. Bu iki hastalık sıklıkla aynı zamanda gözlenir.

Gonore ve klamidya enfeksiyonu olan çoğu erkek ve kadının belirtileri çok az ya da hiç yoktur. Bazen belirtiler enfekte kişi ile olan cinsel ilişkiden 2 gün ile 3 hafta sonrasına kadar ortaya çıkabilir. Belirtiler arasında:

  • Kadının vajinasından (hazne) veya erkeğin penisinden (kamış) akıntı
  • Ağrılı ya da sık idrara çıkma
  • Pelvis (leğen kemiği içindeki organlar) ya da karında ağrı
  • Vajinal bölgede (haznede) yanma veya batma hissi
  • Vulvada (kadın dış genital organı) kızarıklık ve kaşıntı
  • Eklem ağrısı
  • Boğaz ağrısı görülür.

Eğer tedavi edilmezse hem klamidya hem de gonore kadınlarda pelvik inflamatuvar hastalığa neden olabilir. Pelvik inflamatuar hastalık uterus (rahim), overler (yumurtalıklar) ve tüplerin bir iltihabi enfeksiyonudur. Bu durum kısırlığın sebeplerinden biridir. Pelvik inflamatuar hastalığın belirtileri ateş, bulantı, kusma ve karın ağrısıdır. Pelvik inflamatuar hastalık uzun süreli pelvik ağrıya neden olabilir.

SİFİLİZ (FRENGİ HASTALIĞI)

Sifilize spiroket adı verilen bir bakteri neden olur. Sifiliz tedavi edilmezse vücudun birçok parçasını tutar. Büyük sağlık sorunlarına ve hatta ölüme neden olabilir. Çoğu insanda sifilizin belirtileri yoktur. Sifilisin ilk belirtisi enfeksiyon sahasında (penis (kamış), vajina (hazne), anüs (makat), ağız ve ellerde) düzgün ve ağrısız bir ülser olabilir. Bu erken evrede sifiliz kolaylıkla tedavi edilebilir. Tedavi uygulanmazsa belirtiler geçer, fakat hastalık kalır. Yıllar sonra vücudumuzun önemli organlarında (kalp, sinir sistemi vs) geri dönüşü olmayan hasarlarla ortaya çıkabilir.

C) PARAZİTER HASTALIKLAR

TRİCHOMONAS

Seksüel yolla bulaşan mikroskopik bir parazittir. Trichomonas vajinitli (vajina iltihabı) kadınlar diğer seksüel yolla bulaşan hastalıklar açısında yüksek risk altındadırlar. Tedavi edilebilir.

KASIK BİTİ, KIL BİTİ:

Kasık bölgesine yerleşen bu bit kan emerek yaşamını sürdürür. Cinsel temas ile bulaşabileceği gibi başkasının kullandığı tuvaletten, iç çamaşırlardan ve yatak örtüsünden de bulaşabilir. Parazit kan emdikçe kaşıntıya neden olur.

Dikkatli bir muayene ile parazit veya yumurtaları görülebilir. Kasık biti yumurtaları genellikle kılların dibinde bulunur. Özel ilaç ve şampuanlar ile tedavi edilir.

CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLARIN BELİRTİLERİ NELERDİR ?

Cinsel yolla bulaşan hastalıklardan şüphe ediliyorsa hemen bir doktora başvurulmalıdır. Yine yeni bir cinsel ilişkiye başlamadan önce veya aktif cinsel yaşam içinde zaman zaman cinsel yolla bulaşan hastalıkların taramalarının yapılması gerekir.

Cinsel yolla bulaşan hastalıkların belirtilerinin öğrenilmesi gerekir. Aşağıda cinsel yolla bulaşan hastalıkların belirtileri sıralanmıştır. Herhangi birinden şüphelenince hemen doktora başvurulmalıdır.

– Genital bölgede (cinsel organınızın etrafındaki bölge) yanma

– Genital bölgede kaşıntı

– Penis (kamış) veya vajinadan (hazne) akıntı

– Genital, anal(makat) veya ağız çevresinde yara oluşumu

– Genital veya anal (makat) etrafında siğillerin olması

– Genital veya anal bölgede kitle fark edilmesi

– Genital bölgede kötü koku

– Ağrılı dışkılama (bağırsak hareketleri)

Unutmamalıdır ki çoğu cinsel yolla bulaşan hastalıklar belirti ve bulgu vermezler. Bu nedenle aktif cinsel yaşamı olanların düzenli kontrolleri gerekir.

Çoğu belirti ve bulgu zaman zaman geçer. Bu hastalığın iyileştiği anlamına gelmemelidir. Çoğu virüs ara ara uykuya dalar ve daha ileri dönemde tekrar hastalığa neden olabilir.

CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLARIN TANISI İÇİN NELER YAPILMALIDIR ?

Dikkatli bir fizik muayene şarttır. Bireyin muayenesinde genital bölge ile birlikte ağız boşluğu ve anal bölgede kontrol edilmelidir. Anal ve oral (ağız boşluğu) cinsel temasta bulunanlarda bazı cinsel yolla bulaşan hastalıklar buralara yerleşirler.

Yara ve akıntılardan örnekler alınır. Kadınlarda jinekolojik muayene ve vajinal (hazne) örnekleme gerekir. İdrar ve kan örnekleri alınarak AIDS hastalığı ve sifiliz araştırması yapılır.

Eğer sizde cinsel yolla bulaşan hastalık varsa derhal cinsel ilişkide bulunduğunuz kişilere bu bilgiyi aktarmalısınız. Böylece onlara tedavi imkanı sunmuş olursunuz. Eğer bu bilgiyi paylaşmazsanız karşı cinsteki hastalık ilerleyeceği gibi siz de tekrar bulaşabilir.

CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLAR VE GEBELİK

Cinsel yolla bulaşan hastalıklar hamilelerde aşağıdaki durumlara neden olabilir.

– düşük tehdidi

– düşük doğum ağırlıklı bebeklerin doğması

– erken doğum (prematüre bebek)

– bebekte kalıcı nörolojik kusur

– enfeksiyonun çocuğa geçme olasılığı.

Bunlara ek olarak;

Gonore ve klamidya hastalıklarının her ikisi de bebekte sağlık sorunları yapabilir. Göz iltihabından pnömoniye (zatürre) kadar bir çok soruna neden olabilir.

Sifiliz düşük veya ölü doğuma neden olabilir

HIV infeksiyonu bebeğe geçebilir ve bebek AIDS olabilir

Hamile bir kişinin cinsel yolla bulaşan hastalıklı olma olasılığı varsa veya cinsel yolla bulaşan hastalık geçirilmiş veya geçirilmekte ise doktorun bu konuda uyarılması gerekir. Anneye doğumdan hemen sonra, bebek ile temas öncesinde hastalık ile ilgili tedavi başlatılabilir.

CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLAR NASIL TEDAVİ EDİLİR ?

Cinsel yolla bulaşan hastalık, bakteri veya parazitler neden oldu ise, bunlar antibiyotik ve ilaçlar ile tedavi edilebilir. Sifiliz, gonore, klamidya, şankroid ve trikomonas ile oluşan cinsel yolla bulaşan hastalıkların tedavisi vardır.

Virüslerin neden olduğu cinsel yolla bulaşan hastalıkların tam şifa ile tedavisi yoktur. Bu hastalıkların belirti ve bulgularını kontrol altına almak ve hastanın şikayetlerini azaltmak için ilaç tedavisinden yararlanılır. Virüslerin neden olduğu cinsel yolla bulaşan hastalıklar HIV (AİDS hastalığı etkeni), herpes, hepatit, ve insan papilloma virüsü ile oluşan hastalıklardır.

Eğer siz ve cinsel temasa girdiğiniz kişi daha önce kimseyle cinsel temasa girmedi ise bu durumda cinsel yolla bulaşan hastalığa yakalanma olasılığı yoktur.

CİNSEL YOLLA BULAŞAN HASTALIKLARDAN NASIL KORUNABİLİRİZ ?

Risk altında olan kişiler:

Cinsel olarak aktif olan gençler,

Çok sayıda kişiyle ilişkide bulunan kişiler

Cinsel temasa girdiği kişiyi iyi tanımayanlar,

Cinsel hastalığı olan kişilerle ilişkide bulunanlar,

Çok sayıda farklı kişi ile ilişkide bulunan kişilerle birlikte olanlar,

Cinsel yolla bulaşan hastalık hikayesi bulunanlar.

Yukarıda belirtilen durumlardaki kişiler cinsel yolla bulaşan hastalıklara yakalanma açısından yüksek risk altındadırlar.

Bulaşma riskini azaltmak için:

Çok sayıda kişilerle cinsel ilişkide bulunulmaması önemlidir.
Cinsel hastalıklara yakalanmış olup olmadığı bilinmeyen kişilerle cinsel ilişkide bulunulması riski artırmaktadır. Çok sayıda ve farklı cinsel ilişkide bulunan kişiyle cinsel ilişkide bulunmak hastalık riskini artırır.

Devamlı ve doğru olarak prezervatif(kondom) kullanılması
Cinsel ilişkide prezervatif kullanımı hastalıklara yakalanma riskini azaltır. Kondomlar hastalıkların bulaşmasını %100 önlemese de riski anlamlı olarak azaltır.

Spermisid kullanın
çoğu doğum kontrol kremleri, jelleri, veya köpükleri kimyasal madde olarak nonoxynol 9 içeririler. Bu kimyasal, cinsel yolla bulaşan bazı hastalıklardan korur. Kesin çözüm değildir.

Tehlikeli cinsel ilişki şekillerinden kaçınılması
Cinsel ilişkilerde farklı uygulamalar sırasında oluşan zorlamalar bu bölgede kanamaya neden olmadan, küçük yırtıklar, sıyrıklar oluşturabilir. Bunlar, virüs ve bakterilerin kolayca bulaşmasına neden olur. Yine anal (makat) seks sırasında rektumdaki zedelenme sonucu yüksek risk oluşur. Bu tip riskli cinsel birleşme yöntemlerinden kaçınılmalıdır.

Vajinanın duşla yıkanması bu bölgenin ortamını bozduğu için cinsel yolla bulaşan hastalıkların riski anlamlı oranda arttırmaktadır. Cinsel ilişki sonrası işeyiniz
İdrar yollarına bulaşan zararlı mikroorganizmaları temizler.

Menstürasyon (adet kanaması) sırasında cinsel ilişkiye girmeyiniz
Menstürasyon sırasında, cinsel yolla bulaşan hastalığı çok kolay bulaştırır veya kaparlar.

Cinsel ilişki sonrasında genital bölgenizi bol su ve sabunla temizleyiniz
Böylece parazit ve bakterileri temizlersiniz.

Anal (makat) yolla cinsel ilişkide bulunmayın.
Anal bölge ile temas eden herhangi bir cisim veya vücut bölümü herhangi bir şekilde ağız, kadın veya erkek genital bölgesi ile temas etmemelidir.

Hepatit B aşısı yaptırın.
Sonuç olarak her kadın ve erkek kendisini ve partnerini cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korumayı bilmelidir. Eğer cinsel yolla bulaşan bir hastalığa sahip olma olasılığı varsa uzun vadede sağlık problemleri yaşamamak için derhal tıbbi tedaviye başvurmak gerekir.

KONDOM NASIL KULLANILIR ?

Kondomun doğru kullanımı ile birey ve ilişkide olduğu kişi cinsel yolla bulaşan hastalıklardan korunabilir. Cinsel ilişki sırasında mutlaka kondom kullanılmalıdır. Cinsel yolla bulaşan hastalıklarda koruyuculuğu yüksektir.

Kondomla bereber sadece su bazlı kayganlaştırıcılar kullanılmalıdır. Bunun dışındaki yağ ve losyonlar pek sağlıklı değildir.

Erkekte kullanılan kondom penis üzerine kılıf gibi geçirilir. Ereksiyon (sertleşme) halindeki penis üzerine kondomun son uç kısmında biraz boşluk kalacak şekilde tutulur ve hazır kıvrılmış olan lastik tüp penis üzerinde geriye doğru açılır. Ejakülasyondan (boşalma) sonra penisin kökünden kondom dikkatlice tutularak çekilerek çıkarılır. Bir kere kullanılan kondom tekrar kullanılmaz.

Kadınlar için üretilen kondomlar ve kullanımı yenidir. Bu nedenle cinsel yolla bulaşan hastalıklara karşı etkinlikleri henüz tam olarak bilinmemektedir. Bu tip kondomlarda iç halka parmaklara geçirilir ve vajina içersinde olabildiğince yukarıya ilerletilir. Bu nokta sıklıkla pubik kemiğin (kadın cinsel organının üzerinde bulunan kemik) arkasına denk gelir. Son birkaç santimetresi dışarıda kalır. Ejakülasyondan (boşalma) sonra dıştaki halkadan ağzı kapatılaral çıkarılır. Tekrar kullanılmaz.

Devamını Oku

Kan Basıncının Ölçümü ve Klinik Değerlendirme

Kan Basıncının Ölçümü ve Klinik Değerlendirme

a) Kan basıncının ölçülmesi

Kan basıncı ölçüm yöntemleri

Hipertansiyonun tedavi edilebilmesi öncelikle tanının doğru olarak konması ile mümkündür. Bu amaçla, kan basıncını saptamak için gerekli donanım ve çevre koşullarının sağlanması ve doğru bir teknik ile ölçüm yapılması gerekmektedir. Ayrıca kan basıncındaki ciddi değişkenlikten dolayı ölçümlerin tekrarlanması, başlangıçta saptanan yüksek değerlerin devam edip etmediğini veya normale dönerek yalnızca periyodik kontrollere mi ihtiyaç doğurduğunu öğrenmemizi sağlayacaktır.

Kan basıncı ölçümünde kullanılan donanım

Kan basıncını belirlemede altın standart arter içine bir kateter konularak

rekt yöntemlerle, standart kriterlere uygun olduğu bilinen tansiyon aletleri (sfigmomanometre) kullanılarak ölçülmelidir. Üç tip manometre kullanılmaktadır: cıvalı, aneroid ve elektronik. Ölçümler tercihen cıvalı sfigmomanometre ile yapılmalıdır. Bu tip manometrelerde rezervuar dolu, cıva sütunu göz seviyesinde olmalı, basınç uygulanmadığı sırada cıva düzeyi mmHg olarak okunmalı ve basınç uygulanırken sütun oynamamalıdır. Cıvalı manometreler dışında kalibre edilmiş bir aneroid manometre veya osillometrik ölçüm yapan elektronik bir tansiyon aleti kullanılabilir. Bu cihazların kalibrasyonu en az altı ayda bir cıvalı manometrelerle karşılaştırılarak kontrol edilmelidir. Volüm-klamp pletismografi yöntemiyle parmaktan ölçüm yapan cihazlar güvenilir sonuçlar vermedikleri için kullanılmamalıdır (28).

Doğru sonuç alınabilmesi için tansiyon aleti manşonunun boyutları hastaya uygun olmalı ve manşon içerisindeki şişen kese bölümü kol çevresinin en az %80’ini sarmalıdır. Manşonun genişliği ise kol uzunluğunun üçte ikisi kadar olmalıdır. Normal erişkinlerde kullanılan tansiyon aletlerinde manşonun kesesi 12 cm eninde ve 35 cm boyunda olmalıdır. Obezlerde ve kol yapısı kaslı kişilerde kese genişliği 20 cm, uzunluğu 40 cm civarında olmalıdır. Kanada Hipertansiyon Birliği’nin bu konudaki önerisi şöyledir (29)

Erişkin kol çevresiKese boyutları
< 33 cm12 x 23 cm
33-41 cm15 x 33 cm
> 41 cm18 x 36 cm

Kan basıncının hekim tarafından ölçülmesi

Gerekli alt yapı ve çevre koşulları

  • Ölçüm sırasındaki koşullar kan basıncını önemli derece etkilemektedir (28). Ölçümün günün hangi saatinde yapıldığı bilinmelidir. Yemeklerden ya da egzersizden sonra alınan ölçümler normalden düşük, sigara ya da kahve içimi sonrası ölçümler normalden yüksek çıkabilir. Dolayısıyla ölçüm öncesindeki 30 dakikalık süre içinde hastanın sigara, çay veya kahve içmemiş, kafein almamış ve tercihen yemek yememiş olması gerekir. Fenilefrinli nazal dekonjestanlar veya benzeri adrenerjik uyarıcıların kullanımı da hatalı ölçümlere neden olabilirler.
  • Ölçümlere, hasta sessiz bir odada en az 5 dakika istirahat ettikten sonra başlanmalıdır. Oda sıcaklığı ne soğuk ne de çok sıcak olmalıdır.
  • Hasta sırtını herhangi bir yere -örneğin arkalıklı bir sandalyeye- yaslayarak oturmalı, tansiyon ölçülecek kolu çıplak olmalıdır. Ölçüm sırasında konuşmamalı, bacak bacak üstüne atmamalıdır. Manşon kalp düzeyinde duracak şekilde sarılmalı ve hastanın kolu desteklenmelidir.

Kan basıncı ölçüm tekniği

  • Tansiyon aletinin manşonu alt ucu dirsek çukurunun 2.5-3 cm üzerinde olacak şekilde kolu sarmalıdır. Ölçüm sırasında stetoskop manşonun altına sıkıştırılmamalıdır. Stetoskop dirsek çukurunda serbest durmalı ve cilde hafifçe bastırılmalıdır.
  • Ölçüm için manşonun kesesi brakial arter üzerine yerleştirilir, oskültatuar arayı önlemek amacıyla havası radial nabzın kaybolduğu düzeyin 20-30 mmHg üstüne kadar şişirilir. Stetoskop brakial arter üzerine yerleştirilir ve kontrol valvi açılarak saniyede 2-4 mmHg hızla indirilir. Oskültasyon yöntemi ile ölçüm yapıldığında manşonun basıncı azaltılmaya başladıktan sonra sesin ilk duyulduğu anda (Korotkoff faz 1) okunan değer, sistolik basınçtır. Sesin artık işitilmez olduğu anda okunan değer ise (Korotkoff faz 5) diyastolik kan basıncı olarak kabul edilir. Diyastolik basınç çok düşük ise seslerin hafiflemeye başladığı düzey (Korotkoff faz 4) diyastolik basınç olarak kaydedilir.
  • Manşon uzun süre şişirilmiş bırakılırsa venöz sistemde dönüş azalacağı için sesler güç duyulur. Venöz konjesyonu önlemek için ölçümler arasında en az bir dakika beklenmelidir. Bunun tersine, sesler zor duyuluyorsa hastanın kolu baş seviyesinin üstüne kaldırılır, eli 5-10 kez açıp kapattırılarak venlerin boşalması sağlanır ve ölçümler tekrarlanır.
  • Ölçümler arada ikişer dakika bırakılmak suretiyle en az iki defa yapılmalı ve bulunan sonuçların ortalaması alınmalıdır. Eğer iki değer arasındaki fark 5 mmHg’dan fazlaysa daha başka ölçümler de yapılmalı ve bunların sonuçlarının ortalaması alınmalıdır. Aritmisi olan hastalarda ortalama sistolik ve diyastolik kan basıncı değerlerini elde etmek için birkaç ölçüm yapmak gerekir.
  • İlk muayenedeki ölçümler her iki koldan yapılmalı, yüksek olan koldaki kan basıncı hastanın kan basıncı olarak kabul edilmelidir. İzlemelerdeki kan basıncı ölçümleri tercihen sağ koldan yapılmalıdır.
  • Yaşlılarda (65 yaş üzeri bireylerde), diyabetli hastalarda, ortostatik hipotansiyonun sık görüldüğü durumlarda ve antihipertansif ilaç tedavisi altındaki hastalarda ölçümlerin ayaktayken tekrar edilmesi gereklidir. Ayaktaki ölçümler hasta hemen ayağa kalkar kalkmaz ve ayağa kalktıktan 2 dakika sonra yapılmalıdır. Gençlerde (30 yaşın altında) kan basıncı yüksek bulunmuş ise koarktasyonu ekarte etmek için bacaktan da ölçümler yapılmalıdır. Prognostik önemi açıklık kazanmadığı için izometrik egzersiz ile kan basıncı ölçümlerinin rutin uygulamada yeri yoktur.

Ölçümün hangi koldan ve hangi pozisyonda yapıldığı, sistolik ve diyastolik kan basınçları kaydedilmelidir. Hekim ölçtüğü değer hakkında hastasını bilgilendirmeli ve bulunan değerlere göre periyodik ölçümlerin ne kadar zamanda bir yapılacağını belirtmelidir (Tablo 3) (6).

Başlangıç kan basıncı (mmHg)Önerilen takip sıklığı
SistolikDivastolik
<130<852 yılda bir
130-13985-89Senede bir
140-15990-992 ay içerisinde kontrol edilecek* 160-179 100-109 1 ay içerisinde değerlendirilecek
>180>110Klinik duruma göre hemen ya da Ihafta içerisinde değerlendirilecek

Klinikte hekim tarafından kan basıncının değerlendirilmesinin başlıca iki avantajı vardır. İlki uygulamanın basitliği ve ucuzluğu, ikincisi ise hipertansiyonun tanı ve tedavisi ile ilgili kavramlarımızı dayandırdığımız araştırmaların tümünün bu yöntemle kan basıncını belirlemiş olmasıdır. Sonuç olarak hekimin ölçümleri tedavide kararımızı yönlendiren temel ölçümlerdir.

Kan basıncının hekim tarafından ölçümünün dezavantajları ise, bilindiği gibi kan basıncındaki ciddi değişkenlik ve beyaz gömlek hipertansiyonudur. Bu nedenle günümüzde iki yöntem yaygın şekilde klinik kullanıma girmiştir. Bu yöntemler evde kan basıncı ölçümü ve ambulatuar kan basıncı monitorizasyonudur.

Evde kan basıncı ölçümü

Evde kan basıncı ölçümünün önemi

Hipertansiflerin kan basıncı, muayenehanede veya klinikte ölçüldüğünde diğer yerlerdeki ölçüm sonuçlarına göre daha yüksek bulunma eğilimindedir. Kan basıncının muayenehane dışında ölçülmesi hipertansiyonlu hastaların ilk değerlendirmesi ve tedaviye verdikleri cevabın izlenmesi açısından değerli bilgiler verebilir. Son yıllarda hastanın kan basıncının evde izlenmesi yöntemi (self-monitoring) yaygın olarak uygulanmaya başlanmıştır. Kan basıncının hastanın kendisi tarafından ölçülmesinin avantajları şunlardır (7):

  1. Gerçek hipertansiyonun “beyaz önlük” hipertansiyonundan ayırt edilmesi;
  2. Yeni başlayan kan basıncı yükselmelerinde ve sınırda hipertansiyonda günlük kan basıncı değerlerinin belirlenmesi;
  3. Antihipertansif ilaçlara alınan terapötik cevabın değerlendirilmesi;
  4. Hastanın tedavi planına daha iyi uyması;
  5. Hasta izleme maliyetinin azalması.

Ev ölçümleri ile ambulatuar kan basıncı ölçümleri arasında oldukça iyi bir korelasyon gözlenmiştir.

Ev ölçümleri hem normotansif hem de hipertansif bireylerde muayenehane ölçümlerinden daha düşüktür. PAMELA çalışmasında muayenehanede ölçülen 140/90 mmHg’lık kan basıncının ev ölçümlerinde sistolik 121-132 mm Hg ve diyastolik 75-81 mm Hg değerlerine denk düştüğü gözlenmiştir (30). Bu nedenle ev ölçümlerinde kan basıncı değerlerinin üst sınırını 140/90 mmHg değil, en fazla 135/85 mmHg olarak kabul etmelidir.

Evdeki ölçümlerin klasik ölçümlere göre morbidite ve mortaliteyi belirlemede daha değerli olup olmadıklarını anlamak için prospektif çalışmalara ihtiyaç vardır. İleri derecede obez veya kalp ritmi düzensiz kişilerde ev izlemi yanıltıcı olabilir. Dolayısıyla evde ölçülen kan basıncı değerleri tanı ve tedavi konusunda hekim tarafından ölçülen değerleri destekleyici bilgi olarak kabul edilmeli ve muayene ölçümlerinin yerini almamalıdır.

Evde kan basıncı ölçümü yapması önerilen hastaların kan basıncındaki dalgalanmalardan korkmamaları, ancak hekimlerine haber vermeleri, tanı amacıyla ölçüm yapılıyorsa günün farklı zamanlarında, tedaviyi izlemek için ölçüm yapılıyorsa günün aynı saatlerinde (özellikle sabah yataktan kalktıktan sonra) ölçüm yapmaları önerilir. Ölçüm sıklığına hastanın klinik durumuna göre karar verilmelidir.

Hasta ve çevresinin eğitimi

Ev ölçümlerinde kullanılacak tansiyon aleti genellikle aneroid veya elektronik sfigmomanometrelerdir. Aneroid monitorler öncelikle tercih edilmelidir. Bu cihazları kullanamayan veya işitme güçlüğü olan yaşlı bireylerde elektronik cihazlar önerilebilir. Bu cihazların doğru sonuç verip vermediği eşzamanlı olarak cıvalı bir tansiyon aletiyle yapılan ölçüm sonuçlarıyla karşılaştırmak suretiyle düzenli aralıklarla kontrol edilmelidir. Evde yapılacak ölçümlerde klinik ölçümlerindeki teknik kullanılır, ancak hekimlerin hastalarını ve hasta yakınlarını kan basıncı ölçüm tekniği konusunda eğitmeleri gereklidir.

Ambulatuar kan basıncı izlemi

Ambulatuar kan basıncı monitorizasyonu hastanın günlük aktivitesini engellemeden bir ya da birkaç günlük dönemde otomatik olarak kan basıncını ölçme tekniğidir. Tekrarlayan klinik ve ev ölçümleri ambulatuar kan basıncı ölçümüne eşdeğer bilgiler sağlasa da, bu yöntemin avantajı günlük ölçümleri daha güvenilir vermesi ve gece değerlerini de ölçmesidir.

İlk üretilen ambulatuar kan basıncı ölçüm cihazlarının aksine günümüzde kullanılan cihazlar otomatik, sessiz ve hafiftir. Kan basıncı ölçümü için oskültatuar ve ossilometrik olmak üzere iki teknik geliştirilmiştir. Oskültatuar teknikte manşonun altına yerleştirilen bir ya da iki piezoelektrik mikrofon Korotkoff seslerini kaydeder. Ossilometrik yöntemde ise brakiyal arterden manşona iletilen osilasyonlar kaydedilir. Bazı cihazlar her iki yöntemi de kullanmaktadır. Ağır hipertansiyonlu hastalarda osilometrik cihazlar oskültatuar cihazlara göre daha hatalı sonuçlar vermektedir (31,32). Ancak iki yöntemi karşılaştıran çalışmalar fazla değildir. Her ikisi de çeşitli teknik hatalara açıktır. Hata kaynakları, aygıt kalibrasyonu dışında, hastanın kolunu fazla hareket ettirmesi, gürültü, vibrasyon veya statik enerji gibi kaçınılmaz faktörlerdir. Aygıtın takılmadan hemen önce ve kullanım sonrasında cıvalı bir sfigmomanometre ile kalibre edilmesi gerektiği unutulmamalıdır.

Cihazın takılı olduğu sürede hasta günlük tutmalı, ilaçlarını, çalışma saatlerini, uyku, yemek yeme, üzülme ya da sinirlenme gibi dönemlerini kaydetmelidir. Kan basıncı izlenmesinde ölçüm sıklığı saatte en az iki-dört, hatta tercihan dört-altı kezdir. Gece boyunca kan basıncı fazla değişiklik göstermediği için ölçüm sıklığı yarıya indirilir. Kısa dönemli olaylarda, örneğin tekrarlayan senkop ataklarında, daha sık (saatte sekiz defa) ölçümler önerilir. PAMELA çalışmasının (30) verilerine göre klinik ve 24 saatlik ortalama kan basıncı değerleri arasındaki fark yaşla ve klinik kan basıncı değeri ile doğru orantılı olarak artmaktadır. Yirmidört saatlik sistolik 119-126 mm Hg ve diyastolik 75-80 mm Hg’ lık kan basıncı değerleri klinik ölçümlerde 140/90 mmHg’ ya denk gelmektedir. Sonuç olarak ambulatuar ölçümlerde hasta uyanıkken kan basıncı 135/85 mmHg’dan, uyurken 120/75 mmHg’dan daha düşük olmalıdır.

Kan basıncının ambulatuar olarak izlenmesinin klinikte yararlı olduğu durumlar şunlardır (33,34):

  1. Tanı amacıyla (hedef organ hasarı olmayan “beyaz önlük hipertansiyonu”, hedef organ hasarı olan sınırda hipertansiyon,’’dipper” ve “nondipper” hipertansifler, epizodik hipertansiyon, labil hipertansiyon, hipotansiyon, otonomik disfonksiyon (6,7,28-30), karotid sinus senkopu ve pacemaker sendromunda, noktürnal angina veya pulmoner konjesyon.
  2. Prognozu belirleme amacıyla (hedef organ hasarı, kardiyovasküler olaylar) (38).
  3. Tedaviyi değerlendirme amacıyla (dirençli hipertansiyon, vadi-tepe oranı) (38,39).

Manşon distalinde peteşi, ödem, dermatit ve ulnar sinir bölgesinde uyuşma, bildirilmiş komplikasyonlardır. Pahalı bir yöntem olduğu için gereksiz kullanımdan kaçınılmalıdır.

 

Kaynak:

https://www.tkd.org.tr/kilavuz/k03/3_18530.htm?wbnum=1103

Devamını Oku

Bebek Beslenmesi

Bebek Beslenmesi

0 – 1 Yaş Grubu Bebeklerin Beslenmesi

Yaşamın ilk birkaç yılı, sağlığın temellerinin atıldığı son derece önemli bir dönemdir. Bu kritik dönemde çocukların yaşaması ve sağlıklı büyüme ve gelişmelerinde yeterli ve dengeli beslenme belli başlı etmenlerden birisi, belki de en önemlisidir. Kişinin temel ihtiyaçlarından birisi olan beslenme; büyüme, gelişme ve sağlığın korunmasındaki en önemli faktördür.

0 – 6 aylık bebeklerin, sadece anne sütü ile beslenmesine “doğal beslenme” denir. Doğal beslenme ilk 4 – 6 aylık bebekler için en iyi beslenme şeklidir. 6 aydan büyük bebeklerde (bazen 4. aydan sonra) anne sütü tek başına yeterli olmaz. Bu nedenle diyete daha katı besinleri eklemek gerekir. Bu aylarda ek besinlere başlanmasının bir diğer nedeni bebeği diğer besinlerin tadına alıştırmaktır. Bebeğin kilo alma durumuna göre ek besinlere 4 – 6. aylar arasında başlanması sağlanmalıdır. Başlangıçta anne sütünü tamamlayıcı olarak verilen bu besinler, 9 – 12. aylarda esas besin olarak bebeğin beslenmesinde yer alır.

Bebeğe Ek Besinler Nasıl Verilmelidir?

Teker teker, az miktarlarda (1 – 2 çay kaşığı) başlanmalı, her gün miktarı artırılmalı, yeni bir ek besin 1 – 2 gün ara ile eklenmeli, kaşık ve bardak ile verilmelidir. İlk başlanacak ek besinler elma veya şeftali suyu ve püresi ile yoğurttur. Bunları izleyerek diyete sebzeler, diğer meyve suları, yumurta, etler eklenir. Sebze ezmeleri ve çorbaları her gün taze olarak pişirilir. İçine un ve yağ da eklenerek zenginleştirilir.

Normal süt veren annenin sütü 4 ile 6 ay kadar bebeğin enerji ve besin öğeleri gereksinmelerini karşılayacak durumda olduğuna göre, bu dönemde anne sütü alamayan bebeğe, eğer olanak varsa en azından 4 – 6 aya kadar anne sütüne en yakın olan ticari formüla sütleri de verilebilir.

Normal süt veren bir anneden bebek ortalama günde 700 – 800 ml. kadar süt emmektedir. Bu miktardaki süt bebeğin ilk 4 – 6 ayına kadar büyüme ve gelişmesini sağlayabilir, ancak bu aylardan sonra gerek annenin süt salgısının gittikçe azalması, gerekse bebeğin ağırlık kazanarak büyümesi, bebeğe, anne sütü yanı sıra tamamlayıcı besinlerin verilmesini gerektirmektedir. Normal anne sütü ile beslenen bebeğe verilecek ek besinler şunlardır:

Anne sütünden sonra ilk başlanan ek besinlerden biridir. İlk kez 1 kaşık verilerek miktarı zamanla artırılır.

Meyve Suları ve Püreleri

Anne sütü yeterli olduğunda 4 – 6. ayda verilir. C vitamini için en uygun yiyecekler turunçgiller ve domatestir. Bunların bulunmadığı yerlerde elma, şeftali suları da verilebilir. Meyve önce iyice yıkandıktan sonra suyu sıkılır. Günde 1 çay kaşığı ile başlamak suretiyle miktar gittikçe artırılır. Meyveler sıkılır sıkılmaz bekletilmeden bebeğe verilmelidir. Yalnız anne sütü ile beslenenlere 6. aydan itibaren verilmeye başlanır. Meyve ezmeleri 4. aydan itibaren verilir. Anne sütüyle beslenen bebeğe meyve suyu, meyve ezmesi, anne sütü ile aynı zamanda verilmez. Meyve suyu, ezme ve püresi anne sütü verildikten 2 saat sonra verilir.

Pirinç unu, buğday unu, pirinç, bulgur, ekmek içi, yoğurtla çorba yapılarak verilir. Tarhana çorbası da bebek için uygun ek besindir. Tahıllar 4. ayda verilir.

Çorbalar

Yoğurda alışmış bebeğe 1 yemek kaşığı ile başlamak suretiyle tarhana, yayla, sebze çorbaları gibi besleyici değeri yüksek olanlardan verilmeye başlanır.

Yoğurt, meyve, tahıllı besinler ve sebze çorbasına alıştırılmış bebeğe, suda katı pişmiş yumurta sarısından 1 çay kaşığı verilir ve miktarı zamanla artırılır. Yumurta, sebze çorbasına karıştırılarak verilebileceği gibi, ekmek içi ve sütle ezilerek de verilebilir. Yumurta beyazı 7 – 8. aylarda verilir.

Et ve Kuru Baklagiller

Yoğurt, sebze, tahıllı besinlere alışmış bebeğin, sebze çorbasının içine biraz kıyma konularak ete alıştırılır. Zamanla tavuk ve balıketleri de sebzelerle birlikte ezilerek verilebilir. Yine kıyma yerine, sebze çorbasına kırmızı – sarı mercimek, pişmiş nohut konularak çocuk bu besinlere alıştırılır. Et, kıyma ya da püre olarak 5. aydan itibaren çorbalara eklenerek verilir. Tavuk ve kılçıksız balıketi çocuklar için tercih edilir. Karaciğer püre olarak 7 – 8. aylarda verilmelidir. Öte yandan bebekler için beyin önerilmemektedir.

· 4 – 6 aylık dönem, ek besinlere alıştırma dönemidir. Her bir besin tek tek, az sulu kıvamda verilir. Şeker, şekerli çay ve lokum çocuğa yarardan çok zarar verir.
· 6. aydan sonra yukarıdaki yiyeceklerin miktarları biraz daha artırılarak çocuğa verilir.
· 7. aydan sonra çocuk, ailenin yediği baharatlı ve çok yağlı olmayan yemekten alabilir. Sadece yemeğin suyu değil, kendisi ezilerek verilmelidir. Ayrıca yemeklere ilave olarak çocuğun günde 2 su bardağı kadar yoğurt veya süt ile 1 yumurta yemesi sağlanmalıdır.
· Bu arada peynir 8. aydan önce önerilmez. Veriliyorsa da kesinlikle pastörize olduğundan emin olunmalıdır.

Tamamlayıcı Besinlere Alıştırma

Tamamlayıcı besinlerin çocuğun sindirim sistemine uygun olup olmadığı kontrol edilmelidir. İshal, kusma veya alerjik belirtilere neden olan besinleri belirleyebilmek için aşağıdaki kurallara uyulmalıdır:

· Bir günde birden fazla yeni besin verilmemelidir.
· Her yeni denenecek besinin miktarı önceden birkaç tatlı kaşığı olmalıdır.
· Herhangi bir sorun olmadığında besinin miktarı sonraki günlerde artırılmalıdır.
· Yeni verilen besin, çocuk aç iken verilmelidir.
· Lezzeti beğenilmeyen, kusma ya da ishal gibi durumlara neden olan besinler birkaç gün beklenip tekrar denenmelidir.
· Yemek suyu ve et suyu tek başına tamamlayıcı besin değildir. Bu nedenle gerek yemek suyuna gerekse et suyuna ekmek doğrayıp vermek yerine, suyu içinde ezilmeli; et suyu da çeşitli çorbaların yapımında kullanılmalıdır.
· Çay, kolalı içecekler, hazır çorbalar bu yaş grubu çocuklara verilmemelidir.
· Çocuklara, su kaynatılmadan verilmemelidir!
Özellikle kış günlerinde ve güneş ışınlarından yararlanamayan çocuklarda 1. aydan 1 yaşına kadar günde 400 IU vitamin D verilmelidir.

· Yumurta.
· Tahıllar.
· Yoğurt.

Devamını Oku